14 Aralık 2013 Cumartesi

OBEZİTE VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Obezite basit anlamıyla sağlığı bozacak düzeyde vücutta fazla miktarda yağ birikimiyle karakterize bir durumdur. Sanayileşmiş batılı ülkelerin önemli bir sorunu olmaya başlamıştır obezite. ABD' de 20 yaş üstündeki nüfusun %55' i aşırı kilolu, %23 ' ü ise obezdir. Bu verilerle 2025 yılında ABD' de her iki kişiden birinin obez olması beklenmektedir. Batılı ülkelerde de durum pek farklı değildir. Obezite sıklığı ülkemizde de giderek artış göstermektedir. 24788 kişinin katılım gösterdiği bir çalışmada kadınlarda %30, erkeklerde %13 , genel popülasyonda ise % 22 civarında obezite oranı elde edilmiştir. Adrese dayalı 2009 verilerine göre obez nüfus % 31 kilolu nüfus %37 olarak hesaplanmıştır. Burdan anlaşıldığı üzere Türkiye giderek şişmanlamakta...



Obezitenin önemi özellikle ona bağlı olarak ortaya çıkan ikincil hastalıklar sebebiyledir. Obezite koroner kalp hastalığı, diabet, hipertansiyon, felç ,osteoartrit, varis,uyku-apne sendromu,yumurtalık kistleri,depresyon, rahim,meme,prostat ve kalın bağırsak kanserleri için risk faktörüdür.

Obeziteyi sınıflayabilmek ve sayısal olarak belirtmek için beden kitle endeksi ve bel çevresi ölçümleri yapılmaktadır. Vücut kitle indeksi vücut ağırlığının boyun karesine (metre cinsinden ör.1,75 gibi) bölünmesiye ortaya çıkar. Örnek verecek olursak 75 kilo ağırlığa sahip ve boyu 1.75 olan kişinin vücut kitle indeksi:
 75/ 1.75X1.75=24.5 olarak hesaplanır ve normal sınırlar içindedir.


Bel çevresi:


Bel Kalça Oranı:

Karındaki yağ miktarını yansıtan ve çok kullanılan bel çevresi/kalça çevresi oranıdır. Bu oran kadınlarda 0.85' ten, erkeklerde 1.0' dan yüksek ise obezite lehinedir.

Obezite Nedenleri

  • Fiziksel aktivite azlığı
  • Aşırı ve yanlış beslenme
  • Yaşın artması
  • Cinsiyet kadınlarda daha fazla
  • Hormonal ve metabolik etmenler
  • Psikolojik bozukluklar
  • Doğum sayısı ve doğumlar arasındaki sayı
  • Kullanılan bazı antidepresan ilaçlar
  • Genetik faktörler


Obezite Tedavi Prensipleri

Obezite tedavisinin zorluğu kiloların verilmesini takiben tekrar verilen bu kiloların geri alınmasıdır. Bu sebeple hedef yaşam ve davranış değişikliği olmalıdır.Tedavi başlangıcında vücud kilosunun %10 civarında bir kilo kaybı dahi oldukça sağlıklı yararlar sağlamaktadır. Bu nedenle tedavi yavaş yavaş ve aşama aşama yürütülmelidir. Böylece kişilerin direncide kırılmış olur.Obezite hastalarının %90' ını kilolarını bir süre sonra tekrar geri kazanmaktadırlar. Bu sebeple hedefler çok yüksek tutulmamalı gerçekçi hedefler konmalıdır. Bu nedenle ilk 6 aylık süreçte ağırlığın %5-10 civarında verilmesi hedeflenmeli ve kişiye özgü programlar seçilmelidir. Günlük kalori miktarları azaltılarak başlanmalıdır.Kadınlar için günlük 1000-1200 kalori,erkekler içinse 1200-1600 kalori makuldur. Kalorinin % 15'i proteinlerden, %55-60 'ı karbonhidratlardan, %25-30' u yağlardan oluşmalıdır.

Egzersiz:

Obezler için egzersiz zor bir olaydır ancak tedavinin olmazsa olma bir parçasıdır. Günde 30 dakika haftada 4 kez, günde 45 dakika haftada 3 kez egzersiz obezler için uygun olacaktır.

İlaç Tedavisi:

Obez hastalar kendilerini fazla zorlamak istemezler ve daha kolayı seçerler. Bu nedenle ilaç tedavisine meyillidirler.Ancak bu kategoride kullanılan ilaçlar genelde yan etkileri fazla olan ,etkinlikleri sınırlı ve maliyetleri yüksektir. Ülkemizde vücut kitle indeksi 40 ve üstünde olan hastalar için endokrinoloji uzmanı tarafından düzenlenen raporla sosyal güvenlik kurumu tarafından ücretsiz karşılanmaktadır. Orlistat etken maddeli ilaç ülkemizde tek ruhsatlı ilaçtır. Orlistat yağ asitlerinin emilimini sağlayan enzimlere bağlanıp onları inhibe ederek yağ emilimini azaltır. Yağlı defekasyon, gaita ve gaz kaçırma gibi yan etkileri mevcuttur.

Cerrahi Tedavi:

Tıbbi tedaviye yanıt vermeyen vücut kitle indeksi 40 ve üzeri hastalarda cerrahi tedavi uygulanabilir. Bu yöntemler arasında intestinal by-pass, gastroplasti, ayarlanabilir slikon mide bandı takılması, gastrik balon uygulaması sayılabilir. Bu yöntemlerle midede ortalama 50 ml'lik kalan bölümle gastrointestinal sistem sürekliliği sağlanır ve erken doyma hissiyatı ile gıda alımı azalır. Bu tedaviyle obeziteye bağlı gelişen komplikasyonlarda da belirgin düzelmeler sağlanır.

     
Obezite tüm dünyada yayılarak artmakta ve önemli sağlık sorunları sıralamasında hızla yükselmektedir.  Bu nedenle en önemli nokta obezitenin tedavisinden ziyade obez olmamak için alınacak önlemlerdir.  Fiziksel aktiviteler artırılmalı, Tv ve bilgisayar başında geçen süreler azaltılmalı, fast food alışkanlıklarından vazgeçilmeli ve ev yemekleri tarzında beslenme ön planda olmalı, asansör yerine merdiven kullanılmalı, otobüsle bir yere gittiğimizde gideceğimiz yerden bir durak önce inip yürümeli, arabamızı gideceğimiz yere biraz mesafeli park edip yürümeli bu ve buna benzer davranışları alışkanlık haline getirmeliyiz.

Yazıdan fayda gördüyseniz ve beğendiyseniz teşekkür olarak sağ üst köşedeki reklama tıklarsanız sevinirim.

3 Aralık 2013 Salı

KANSER

Kanser günümüzde giderek artan önemli bir sağlık sorunu halini almaya başlamıştır. Ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıklarından sonra 2. sırada gelmektedir. Ülkemizde en sık görülen kanserler erkeklerde akciğer,prostat, kolon,rektum, mide pankreas; kadınlarda meme,akciğer,kolon, rektum,serviks, over , mide ve pankreas kanserleri gelmektedir.

Aslen şişlik anlamına gelen tümör deyimi halk arasında kanser yerine kullanılmaktadır. Tümör normal dokuların gelişmesini aşan normal dokulara uyum sağlamayan kendisini oluşturan uyaranın yok olması durumunda dahi büyümesine devam eden anormal doku kitlesidir. Kanser terimi ise herhangi bir sınırlama ve sonlanma göstermeyen kontrolsüz hücre çoğalmasıyla karakterize bir durumdur. Malign (kötü huylu) tümörlerin hepsi kanser olarak adlandırılır.

  Vücudumuzdaki sağlıklı hücreler bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Bu bölünme olayı ölen hücrelerin yenilenmesini  ve vücuttaki yaralanan dokuların onarılmasını sağlar. Fakat bu bölünme yetenekleri kısıtlıdır. Sonsuza dek bölünemezler. Normal hücreler bölünme sayıları ve ne zaman bölünecekleri belli ve programlıdır. Hücreler bir yandan apoptozis denen programlı hücre ölümü ile yokolurken, bir yandan da büyüme faktörlerinin etkisiyle çoğalmaya devam eder.Büyüme faktörü DNA' da bulunan türlü genlerin etkisiyle oluşan proteinlerdir.Bu genler değişime uğrayıp hücrelerin bilinçsizce büyümesine neden olursa kanser hücreleri oluşur. Bu genler de onkogen adını alır. Kanser hücreleri bulundukları tümörden kan yada lenf yoluyla vücudun başka bölgelerine göç ederlerse  metastaz diye adlandırılırlar.




Kanser Nedenleri 

  • Sigara kullanımı
  • Uzun süreli ve aşırı dozda  radyasyon maruziyeti
  • Bazı virüsler
  • Hava kirliliği
  • Uygunsuz saatlerde uzun süre güneş ışınına maruziyet
  • Bazı kimyasallara maruziyet (asbest,katran,boya maddeleri vs.)
  • Kötü beslenme alışkanlıkları



Kanser ve Beslenme

Kanser oluşumunda beslenme alışkanlıkları çok önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle kaçınmamız ve dikkat edeceğimiz noktaları bilirsek kansere karşı daha korunaklı olabilir. Aşağıdaki hususlara dikkat etmekte fayda olacağı kanısındayım.

  • Günlük olarak yediğimiz gıda maddelerinde kullanılan katkı maddeleri kanser gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Etlerin kullanılan nitritler, diyetlerde kullanılan yapay tatlandırıcılar, renk verici gıda boyaları bu tür maddeleri dikkatli tüketmeli ve uzak durmalıyız.
  • Kızartma,kavurma,tütsüleme gibi pişirme yöntemleri kanser oluşumunda rol oynamaktadır. Özellikle proteinden zengin gıdaların bu yöntemlerle hazırlanması kansere neden olan kimyasal bileşikler oluştururlar. Bu nedenle haşlama, fırında pişirme ve ızgara yöntemleri tercih edilmelidir.
  • Obezite kanserin oluşumunda rol oynayan etkenlerden birisidir. Obeziteyle meme ve endometrium kanserleri arasında doğrudan ilişki bulunmaktadır.
  • Diyette aşırı olarak alınan hayvansal gıdaların, meme,uterus ve kolon kanseri gelişiminde rol oynadığı bilinmektedir.
  • Diyetle alınan posadan fakir gıdaların kolon kanseri başta olmak üzere birçok kanserin gelişiminde rol oynadığı bildirilmektedir. Bu nedenle posa kaynağı olan sebze ve meyvelerin, kepekli tahıl ürünleri ve kuru baklagillerin bolca tüketilmesi önerilmektedir.
  • Antioksidan vitaminler olan A,C,E vitaminlerinin yetersiz alınması kanser nedenleri arasında yer almaktadır. Bu vitaminler kansere neden olan bileşiklerin oluşumunu engelleyebilmektedirler.Ayrıca selenyum,demir,iyot,mağnezyum gibi minerallerin de kanser oluşumunu engelleyici rol oynadığı bilinmektedir.
  • İnek sütünün kanser önleyici etkileri de son yıllarda çalışmalarda gösterilmiştir.


             Kanserin giderek arttığı günümüzde kansere karşı korunmak için bazı tedbirleri almak herkes için faydalı bir hareket olur.Tavsiyeler arasında; ideal vücut ağırlığınızı muhafaza ediniz, hayvansal kaynaklı yağ ve proteinleri azaltınız, yiyecekleri hazırlarken daha çok haşlama, ızgara, fırın gibi yöntemleri tercih ediniz,günde 4-5 porsiyon taze sebze ve meyve tüketiniz, kuru baklagilleri haftada en az 2 öğün tüketin, süt ve süt ürünlerini tüketirken az yağlı olanları tercih ediniz, sigara ve alkolden uzak durunuz, güneşlenirken uygun zamanda ve kısa süreli olarak güneşleniniz.

Yazıdan fayda gördüyseniz ve beğendiyseniz teşekkür olarak yazının üstünde gösterilen  reklama tıklarsanız sevinirim.

9 Ekim 2013 Çarşamba

HİPERTANSİYON

Sanayileşmiş modern toplumlarda Hipertansiyon görülme sıklığı % 25-50 arasında değişmektedir. Ülkemizde ise her 3 kişiden 1 kişide rastlanan bir hastalıktır. Bilindiği üzere kalp vücudumuzda kanı pompalayan pompa görevini görür. Kalp, kanı önce pompalar sonra da kanın tekrar kalbe dolması için istirahat haline geçer. Kalp kanı pompalandığında damar duvarlarında oluşan en yüksek basınç sistolik kan basıncı yani büyük tansiyon, istirahat anındaki en düşük basınç ise diastolik basınç yani küçük tansiyon olarak adlandırılır.  Hipertansiyon farklı 2 günde en az 2 ölçümde sistolik basıncın 140 mm Hg (civa) basıncının üstünde veya diastolik basıncın 90 mm Hg ve üzerinde olması olarak tanımlanabilir.

                              Kan Basıncı Sınıflandırması          






RİSK FAKTÖRLERİ

  • Yaş :Yüksek tansiyon görülme oranı yaşla birlikte artar. Yaşla birlikte damarlarda elastikiyetin azalması etkili olmaktadır.
  • Cinsiyet:50 yaş altında erkeklerde, 55 yaşından sonra kadınlarda görülme sıklığı daha fazladır.
  • Genetik Faktörler:Yüksek tansiyonlu kişilerin ailelerinde % 50-60 oranında tansiyon yüksekliği saptanmıştır.
  • Diabet Hastalığı: Diabetlilerde de yüksek tansiyona sık rastlanır.
  • Obezite: Obezlerde %40-50 oranında  yüksek tansiyona rastlanır.
  • Çok tuz tüketimi:Tuz kullanımının fazlalığı yüksek tansiyona zemin hazırlar.
  • Stres: Stres altında geçirilen bir yaşam yüksek tansiyona yakalanmayı kolaylaştırır.
  • Alkol Tüketimi: Çok alkol tüketimi yüksek tansiyona zemin hazırlıyan bir başka etkendir.
  • Fiziksel Aktivite:Günümüzde modern toplumlarda masa başında ve bilgisayar başında geçen harketsiz saatler ve fiziksel aktivitedeki yetersizlikler yüksek tansiyon için önemli risk faktörlerin başında gelir.

HİPERTANSİYONUN ÖNEMİ


Hipertansiyon zaman içinde kontrol altına alınmazsa kalbin iş yükünü artırır ve damarlara zarar vermeye başlar. Zaman içerisinde özellikle kalp, böbrek, göz , beyin damarlarına zarar verip kalp krizi, kalp yetmezliği, felç, böbrek yetmezliği gibi insan hayatını ciddi biçimde etkileyen hastalıklara neden olur.

HİPERTANSİYON NEDENLERİ

Hastalarda %90-95 oranında hipertansiyona neden olabilecek bir neden bulunamaz ve buna primer hipertansiyon denir. Hastaların %  5-10' unda hipertansiyona neden olabilecek bir neden saptanır ve buna sekonder hipertansiyon denir.
 En sık rastalanan sekonder hipertansiyon nedenleri arasında aşırı tuz tüketimi, böbrek hastalıkları, böbrek üstü bezi hastalıkları, böbrek damarlarında daralma, tiroid bezi hastalıkları sayılabilir. Bu problerin çoğu altta yatan etiyoloji göre yapılan ilaç tedavisi ve girişimlerle çözüme kavuşturulabilinir.

BELİRTİLER NELERDİR?

Hipertansiyon hiçbir belirti vermeden tesadüfen ölçülen kan basıncının yüksek çıkması ile saptanabilir. Bunun yanında başağrısı,baş dönmesi, kulak çınlaması, çarpıntı,terleme,burun kanaması, sık idrara çıkma gibi belirtiler verebilir.

TEDAVİ


Tedavide amaç 140/90 mm Hg tansiyon değerlerinin altına düşürmektir. Bu sebeplerle kullanılan pekçok ilaç mevcuttur. Bunlar farklı mekanizmalarla etki ederler. Hekim hastadaki yüksek tansiyonun nedeni, hastanın yaşı,cinsiyeti,yandaş hastalıkları, kullandığı başka ilaçları gözönünde bulundurarak hastaya en uygun antihipertansif ilacı reçeteler. İlaç tedavisinin yanında obez hastalarda kilo verilmesinin teşvik edilmesi, günlük 30-45 dakika fiziksel egzersiz, günlük tuz tüketiminin 1 çay kaşığı düzeyine indirilmesi veya  yapabiliyorsa tuzsuz yaşam, sigara ve alkolün bırakılması hastalara tavsiye edilmelidir.

                       Kan Basıncını Azaltmanın Faydaları

                                                                                      

                                                                                Ortalama Yüzde Azalma                                     

                        Felç Geçirme                                                 % 35-40

                         Kalp Krizi                                                      % 20-25

                         
                         Kalp Yetmezliği                                                % 50



KAN BASINCI NASIL ÖLÇÜLÜR?


Kişi en az 10 dk ortamda dinlenmiş olarak bulunmalıdır. Son yarım saat içinde kahve,çay,sigara içmemiş olmalıdır. Mümkünse koldan ölçen tansiyon aletleri ve hatta en ideali manşonlu olanları kullanılmalıdır. Kan basıncı her iki koldan ölçmek gerekir. Her iki koldan yaklaşık 2-3 dakika arayla ölçüm yapılmalı  hangi kolda  yüksek değer çıkıyorsa bundan sonra o koldan tansiyon ölçümüne devam edilmelidir. Kol alttan destelenip kalp hizasında olmalıdır. Ölçüm yapılırken hasta konuşmamalıdır.


HİPERTANSİYON İLE İLGİLİ ÖNERİLER


  • Hipertansiyonu mevcut kişiler kontrollerini düzenli yapmalı ve ilaçlarını düzenli kullanmalı 
  • Şikayeti olmasa da hipertansiyonu bulunan kişi bu yüksek değerleri önemsemeli ve gerekli önlemleri almalı
  • Hastalar ilaçların uzun süre kullanımın kendisine zarar vereceğini düşünerek ilaçlarını kesmemeli
  • İdeal ağırlıklar korunmalı
  • Tuz günde 1 çay kaşığını geçmeyecek şekilde sınırlandırılmalı
  • Düzenli fiziksel aktiviteler yaplmalı
  • Sigara içilmemeli
  • Stresten mümkün olduğunca uzak durulmalı

                        

8 Ekim 2013 Salı

İNFANTİL KOLİK (KOLİK BEBEK)

Sağlıklı bebekler doğduktan sonra ilk birkaç ay ağlarlar. Bebeklerin ağlama süreleri zaman geçtikçe daha da azalır. 2 haftalık bebek günde ortalama 1 saat 45 dakika ağlarken 3. ayda bu ağlama süresi 1 saatin altına iner. Normal sürelerde ağlama dışında  bebeklerde  huzursuzluk, dalgınlık, ishal ve fışkırır tarzda şiddetli kusmalar varsa bir başka hastalık açısından bebek Çocuk uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.
Bebeklerin yaklaşık %40' ında görülen doğumun 2. haftasında başlayan haftada en az 3 gün ve günde en az 3 saat süren çoğunlukla öğleden sonra ve akşamları görülen ve aileyi sıkıntı ve strese sokan sebepsiz yere ağlayan bebekler '' infantil kolik'' yani kolik bebeklerdir.


KOLİK NÖBETLER


Kolik bebeklerde yapılan gözlemlerde anneler bebeklerinin ağlamalarını diğer bebeklere göre daha ısrarcı, daha çok insanın içine işleyen, daha  sinirlendiren, daha nefret veren ağlamalar şeklinde tanımlamışlardır.

Bu ağlama nöbetleri şu şekillerde gerçekleşir;
  • Bacaklarını gövdesini çeker ve yumruklarını sıkar
  • Kırmızı ve gergin bir yüze sahiptirler
  • Bağırsak hareketleri çok hızlıdır ve çok gazı vardır
  • Aile bebeği yatıştırmada güçlük çekmektedir
  • Bebek ağlarken  karın kaslarının kasılmasına bağlı şiş ve sert bir karına sahiptir
  • Her uyarana tepki verebilir
  • Çok acıkmış gibi görünür birkaç  kuvvetli emme çabasından sonra emmeye devam etmek istemez
  • Bazen vücutları adeta bir yay gibi olur.
  • Tam kısa süreli bir uykuya dalmışken birden uyanırlar ve 2-3 saat ağlama nöbetine girerler

KOLİK NEDENLERİ


İnfantil koliğin neden meydana geldiği günümüzde hala aydınlatılamamıştır. Koliğin nedenleri arasında çeşitli teoriler ortaya atılmıştır.
  • Doğum Öncesi Gerilim: Gebelik döneminde psikolojik açıdan gergin dönemler geçiren annelerin bebeklerinde kolik görülme olasılığı daha yüksektir.
  • Bebeğin Sinir ve Sindirim Sisteminin Tam Gelişmemiş Olması: Sinir  sistemi tam gelişmediğinden bebekler dış uyaranlara oldukça duyarlıdır. Çok fazla uyaran alan bebek akşam saatlerinde iyice gerilmiş ve uyarılmış olurlar.Yüksek ses,gürültü, ortamın çok sıcak ya da çok soğuk olması , altının uzun süre ıslak olarak kalması bebeğin duygularını etkileyebilmektedir.Deyim yerindeyse bebek bu uyanlarla dolar ve akşamüstü patlama geröekleşir.  Sindirim sistemi tam gelişmemiş olduğundan bağırsaklardan gaz geçişi esnasında bağırsaklar aşırı kasılmakta ve bunun  kolik ağrısına neden olduğu bir diğer görüştür.
  • Yanlış Besleme Tekniği:Bebeğin aşırı hava yutması bir diğer neden olabilir.
  • Sık sık ve düzensiz besleme
  • Ek gıdalara erken dönemde başlanılması
  • Annenin Beslenme Şekli: Bu konuda 2 tür teori vardır. Bazı araştırmacılar annenin beslenme tarzıyla  kolik bebek arasında bir ilişki yoktur demektedirler. Bazı araştırmacılar ise annenin yediği besinlerle kolik bebek arasından yakın ilişki vardır demektedirler.Annenin yediği turp , brokoli, kuru fasulye ,barbunya, yumurta,soğan, inek sütü, lahana ,karnıbahar gibi gaz yapıcı yiyeceklerin ve çay,kola,kahve gibi içeçeklerin aşırı tüketilmesinin infantil koliğe neden olabileceği tahmin edilmektedir.
  • Sigara:Anne sigara içiyorsa bırakması , bırakamıyorsa en azından bebeği emzirdikten sonra içmesi önerilmektedir.

BAŞKA NEDENLER

Sürekli ağlama nöbetlerinde aşağıdaki nedenlerin de dışlanması gerekebilir.

Enfeksiyonlar: Orta kulak enfeksiyonları,idrar yolu enfeksiyonları
Gastrointestinal Sorunlar:Gastroözefageal reflü, peristaltizm sorunları
Beslenme:Anne sütünden geçen ilaçlar, inek sütü allerjisi
İlaç Reaksiyonları:Aşı reaksiyonları, yenidoğanda ilaç yoksunluğu
Travma: Gözde yabancı cisim, korneanın çizilmesi yırtılması
Nörolojik: Olgunlaşmanın gecikmesi
Kardiyovaskuler: Aritmi, kalp yetmezliği

İNFANTİL KOLİKTE BAZI ÖNERİLER


Anne ve babalar bilmelidirlerki sağlığa bir bebeğe sahiptirler. İnfantil kolik bebeğin büyüme ve gelişiminde herhangi bir olumsuzluğa neden olmayacak ve zaman içinde kendiliğinden geçecektir. İnfantil kolikli bir bebeğe bakmak için  en az 2 kişiye gerek vardır. Maddi olanaklar uygun değilse aile büyüklerinden ,akrabalardan yardım alınabilir. Bebeğe bakan bireylerin daha sabırlı olmaları için ufak molalarla kendilerine zaman ayırmaları yerinde bir davranış olacaktır.

      Aşagıdaki öneriler kesin olmamakla birlikte bebeklerde bir miktar rahatlama görülebileceğinden uygulanılabilir.

  • Bebeği her ağladığında beslemeyin. Bebeğin beslenme sonrasında midesinin boşalması için en az 2 saat  gereklidir. 2 saatten daha kısa süreli ve sık sık beslemek bebekte kramp tarzında karın ağrılarının olmasına neden olabilir. 
  • Bebeğe emzik vermek bebeğin gaz çıkarmasını kolaylaştırabilir.
  • Bebeği kendini güvende hissetmesi için battaniyesine sarmalanabilinir.
  • Ağlama atağında bebeğin kucağa alınarak sakinleştirilmesi ve bebek dik oturtularak sırtını ufak darbelerle vurulması uygun bir yöntemdir.
  • Kolik bebekler araba yolculuğu, elektrikli süpürge ve saç kurutma makine sesi, klasik müzik gibi seslerde yatışabilmektedir. Bu yöntemleri denemekte fayda vardır.
  • Papatya çayı, rezene çayı gibi bitkisel çaylar verilebilir.
  • Bebeğe ılık banyo yaptırmak, karnın sıcak havlu koymak ve karnına elma yağıyla masajlar yapmak

                 Kolik bebeğe sahip ebeveynler bu dönemi en ağır şekilde atlatanlar olmakla birlikte bebeğin altta yatan bir sağlık sorunu olmadığı müddetçe endişe etmelerine gerek yoktur. Bu bebeklerin ilk 3 ayda sinir sistemleri tam gelişmediğinden kendilerini sakinleştirebilme yeteneğine sahip değildirler. Bu nedenle aileler bu dönemi bebeğin anne karnından sonra dış dünyaya alışma ve adaptasyon süreci olarak düşünmelidirler. Kolik bebeği olan anne babalar unutmamalıdırlar ki bu sürecin tek ve en kesin tedavisi ''zaman''  dır.





13 Eylül 2013 Cuma

PANİK ATAK

Birden bire çıkan , sıkıntı, yoğun kaygı hali olarak tanımlanabilir kısaca Panik Atak. Bu atağı geçiren kişi kötü şeyler olacağını, düşüp bayılacağını, kalp krizi geçireceğini ve artık dünyanın sonunun geldiğini düşünür. Bir hastaneye, acile gider ve doktoru görmesi dahi bu nöbetin son bulmasına neden olabilir. Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalarda Panik Atak görülme sıklığı ortalama % 1.5-2.5 oranında görüldüğünü saptamıştır. Panik Atak bozukluğu bulunan hastalar diğer uzmanlık dallarına ait kliniklere başvururlar. Kardiyolojiye başvuranların %16' sı, vestibüler bozukluk nedeniyle Kulak Burun Boğaz polikliniğine başvurunların %15' i, hiperventilasyon (gereğinden derin ve hızlı nefes alıp verme)  şikayetiyle hastaneye başvuran hastaların % 35' ini Panik Atak hastaları oluşturmaktadır.


Panik Atak en sık geç ergenlik ve 30 'lu yaşlar arasında  görülmeye başlar. Hastalık 30-40 ' lı yaşlarda ciddi biçimde kendini gösterir. Panik atak kadınlarda erkeklerden 3 kat daha fazla görülmektedir. Panik Atağın genetik olup olmadığına dair bir bulguya rastlanmamıştır.


Klinik Belirtiler


Panik Atak bozukluğunun  en temel özelliği ne zaman başlıyacağı belli olmayan panik atakların meydana gelmesidir. Panik Ataklar korku, endişe ve kötü bişeyler gelişecek endişesiyle birdenbire başlar ve kısa zamanda doruk noktasına ulaşır. Atak sırasında soluk alıp vermede güçlük, çarpıntı, kalp atımlarında hızlanma,  baş dönmesi, boğulma hissi, başdönmesi, baygınlık hissi, bulantı, titreme , güğüs ağrısı gibi semptomlar ortaya çıkar. Bu belirtilere ölüm korkusu, delirme veya kontrolü kaybetme korkusu eşik edebilir. Panik Atak nöbeti genelde 15 dakika içinde yatışmakla birlikte bazı  vakalarda daha uzun da sürebilmektedir. 


Tabloda Panik Atak için tanı kriterleri yeralmaktadır.


    
Hastalık Agorafobili veya agorafobisiz olmak üzere 2 şekilde kendini göstermektedir. 

Agorafobi: Yalnız kalma korkusudur. Kapalı yerlerden uzak durma, evde tek başına kalmak istememe, dışarıya tek başına çıkmaktan korkma gibi durumlar gözlenir.

Kaçınma Davranışı: Yardım alamama ve hastaneye yetişememe düşüncesi hakimdir. Bu sebeple evde yalnız kalamaz, yalnız sokağa çıkamaz , kalabalık toplu yerlere giremez, toplu taşıma araçlarına binemez, asansör kullanamaz, sosyal etkinliklere katılamaz. Tekrar panik atak geçirme kaygısı (beklenti kaygısı) vardır. Alkol ve madde bağımlılığına , depresyona yatkınlık vardır. 


Atak Esnasında Yapılacaklar:

  • Biryere oturmalı ya da uzanılmalı
  • Hasta kendine bunun sadece bir atak olduğunu korkulacak bir durum olmadığını telkin etmeli ve geçmesini beklemeli
  • Atak esnasında üzücü, heyacanlandırıcı tartışmalara girmemeli
  • Kafeinli içecek, alkol ve sigaradan uzak durulmalı
  • Atak esnasında hızlı nefes alıp vermek yerine, yavaşca burundan alıp ağızdan verilen nefesler tercih edilmeli.
TEDAVİ

Tedavide asıl amaç bu rahatsızlığın nasıl kontrol edilebieceğinin hastaya öğretilmesidir. Hasta bunu başarabilirse ilerleyen dönemlerde hastalığı hayatından çıkarabilmektedir. Tedavi esnasında;
  • Nefes alma ve rahatlama egzersizleri 
  • Atağın üstüne gitme
  • Hastanın kas gerginliğini azaltmaya yönelik egzersizler hastaya öğretilmelidir.
En sık kullanılan psikoterapi tekniği bilişssel-davranışcı terapi tekniğidir. 

İlaç Tedavisi: Panik bozukluğunun ilaçla tedavisinde ilk iki seçenek  Seçici Seratonin Geri Alım İnhibitörleri  ve Seratonin Noradrenalin Geri Alım İnhibitör grubu ilaçlardır. Daha sonraki seçenekler Trisiklik antidepresanlar (imipramin, klomipramin), benzodiazepinler (alprazolam, klonazepam, lorazepam, diazepam), mirtazapin, reboksetin ve inositol olarak sıralanabilir.

Panik Atak Hastaları İçin Öneriler:

  • Umutsuzluk ve karamsarlıktan kaçınılmalı.
  • Sağlıklı ve nitelikli uyku için önlemler alınmalı
  • Düzenli spor ve yürüyüş yapılmalı
  • Nefes ve gevşeme egzersizleri, günlük yaşam biçimi haline getirilmeli
  • Sağlıklı bir cinsel yaşamın, sağlıklı bir ruhsal durum için önemli olduğu akılda tutulmalı
  • Düzenli beslenmeye özen gösterilmeli, kafeinli ve gazlı içeceklerden mümkün olduğunca uzak durulmalı






12 Eylül 2013 Perşembe

KALP KRİZİ (MYOKARD ENFARKTÜSÜ)

Ülkemizde her yıl 150 bin kişi kalp krizinden hayatını kaybetmektedir. Dünyada ölüm sıralamasında kalp krizi 1. sırayı almıştır. Kalp Krizi kalbi besleyen damarlarda tıkanma sonucunda o damarın beslediği bölgeye yetersiz kan akışı olması ve o bölgedeki kalp dokusunun ölmesi sonucu meydana gelir.

Nasıl oluşur:
Kalp krizleri koroner arterlerde oluşan pıhtılara bağlı olarak meydana gelirler. Pıhtılar ateroskleroza bağlı meydana gelen değişiklikler sonucunda daralmış koroner arterlerde meydana gelir. Aterosklerotik plak çeşitli nedenlerle çatlar ve pıhtı oluşumuna zemin hazırlar.Bu pıhtı koroner damarları tıkar ve kalbin o bölgesine kan ve oksijen gidişini engeller. Bu bölgedeki kalp kası hücrelerinin beslenememesine bağlı ölümüne neden olur.



Kalp Krizine Neden Olan Etmenler:


Sigara kullanımı

Diabet

Hipertansiyon

Kanda LDL- Kolesterolün yüksek olması 

Trigliserid yüksekliği 

Obezite

Uyuşturucu kullanımı 

A tipi kişilik yapısı (mükemmelliyetçi, herşeyi kafaya takan)

BELİRTİ VE BULGULAR


Kalp krizinde temel şikayet göğüs ağrısıdır. Diabetlilerde ve yaşlı hastalarda bu ağrı asemptomatik olabilir.Ağrı genelde göğüsten omuzlara ve kollara, çene ve dişe , karın ve sırta doğru yayılabilir.
  • Ağrı sıkıştıran, ağırlık yapıcı ve baskı tarzındadır.
  • Göğüste fil oturuyormuş hissi yada hazımsızlık hissi yaratabilir.
  • Ağrı 20 dakikadan fazla sürer dinlenmekle ve dil altı nitratla geçmez.
  • Soğuk terleme ve ölüm korkusu vardır.
  • Nefes darlığı,aşırı yorgunluk ve halsizlik hissi

Tanı 


MI tanısı için:
  • Hastanın öyküsü
  • Muayene
  • EKG 
  • Kardiyak tetkikler
  • Koroner Anjiyogram  
Dünya Sağlık Örgütüne göre MI tanısı için aşağıdaki şartlar önerilmiştir.
  • 20 dakikadan uzun süren iskemik göğüs ağrısı
  • EKG ' saptanan değişiklikler
  • Kanda yükselmiş ya da azalmış Kreatinaz  MB, Troponin I ve Laktat Dehidrogenez gibi kardiyak enzimler. 


TEDAVİ


İlk Tedavi: MONA (Morfin, Oksijen, Nitrat ve Aspirin)  Mümkün olan en kısa sürede bu tedavinin uygulanması çok önemlidir. Bu ilk tedaviyi ambulans gelene kadar ilk yardım eğitimi almış tüm gönüllüler verebilirler. İlk tedavideki uygulamalardan sadece Aspirin verilmesi bile mortaliteyi önemli ölçüde azaltmaktadır. 
MI  tanısı kesinleştikten sonra beta blokerler, antikoagülanlar ve Clopidegrel gibi pıhtı oluşumunu engelleyen ilaçlara geçilebilir. Bunlar Acil şartlarında kardiyoloji uzmanı tarafından verilmesi gereken tedavilerdir.

Koroner Anjiyoplasti: Kardiyolog tarafından gerçekleştirilen ve daralmış olan koroner  damarın içine girilerek  darlığı giderme işlemidir.

Koroner By-pass Ameliyatı: Gerekli durumlarda başvurulan bir diğer tedavi yöntemidir.

KALP KRİZİNDEN KORUNMA YÖNTEMLERİ

  • Kan basıncını kontrol altında tutmak
  • Sigarayı bırakmak
  • Diabet varsa kontrolünü iyi sağlamak
  • Kolesterol seviyesini dengede tutmak gerekirse ilaç kullanmak
  • Fazla kilolardan kurtulmak
  • Meyve sebzeden zengin hayvansal gıdalardan fakir diyetler uygulamak
  • Haftada en az 3 gün düzenli yürüyüşler yapmak
  • Riskli grupta olanların düzenli Aspirin kullanması
  • Stresten uzak bir hayat sürmeye çalışmak (yoga,meditasyon, psikiyatrist yardımları almak)





11 Eylül 2013 Çarşamba

MEME KANSERİ

Meme kanseri dünyada kadınlar arasında en sık rastlanan ve kanserden ölüm nedenleri arasında da 1. sırada olan bir kanser türüdür. Her yıl dünyada bir milyon meme kanseri vakası meydana gelmekte ve bunların 360 bin' i ölümle sonuçlanmaktadır. Meme kanseri sadece kadınlara özgü bir kanser değildir. Tüm meme kanserlerinin yaklaşık % 1 ' i erkeklerde görülmektedir. Meme kanserinin nedeni tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Ancak bazı etmenler meme kanserinin gelişiminde suçlanmıştır.

 
                   

                                        RİSK FAKTÖRLERİ

YAŞ:

Yaş ilerledikçe artmaktadır.

AİLE ÖYKÜSÜ:

2 veya daha  fazla akrabasında meme kanseri ve yumurtalık kanseri olanlarda kişilerde meme kanseri gelişme riski yüksektir.

KİŞİSEL ÖYKÜ:

Bir memesinde kanser olan hastaların diğer memesinde de bu risk artmaktadır.

GENETİK YATKINLIK:

BRCA1 ve BRCA2  genlerinde kalıtsal değişiklikler bulunanlarda meme kanserine yatkınlık mevcuttur.

ÇOCUK DOĞURMA YAŞI:

30 yaşından sonra meme kanseri olanlarda meme kanseri riski yüksektir.

HORMON TEDAVİSİ

Menapozdan sonra hormon tedavisi görmek meme kanseri riskini artırmaktadır.

DİĞER RİSK FAKTÖRLERİ


Kilo fazlalığı, adet döneminin erken başlaması,  menopoza geç girme ve fazla alkol tüketimi sayılabilir.


BELİRTİLER


Memede kitle gelişimi

Memenin şekil ve büyüklüğünde değişiklik

Meme başında her zamankinden farklı asimetri ve çekinti olması

Meme başında akıntı

Meme derisinde çekinti

Koltuk altı lenf bezlerinde büyüme


MEME KANSERİNDE TEŞHİS:


Hastaların doktora başvurması kendinden şüphe etmesiyle başlar klinik muayene ve arkasından Mammografi yapılır. Şüpheli lezyon saptanırsa aşağıdaki işlemler uygulanabilir.

İnce İğne Biopsisi: Meme içine enjektör yardımıyla girilir ve buradan hücre örnekleri alınır.İncelenmek üzere patolojiye yönlendirilir.

Trukat  Biopsi: Daha kalın doku tümörün içinden alınarak incelenir.

Meme Kanserinde Yerleşim ve Yayılım


Meme kanserleri  en çok memenin dış kadranında görülür. %50' si bu alanda yerleşim gösterir. Meme kanseri en çok yayılımını kan ve lenf yoluyla yapmaktadır. En sık metastaz yaptığı organlar kemik (%71), akciğer (%69), karaciğer (%65), plevra ( %51), adrenal bezler (%49), deri (%30) ve beyindir (%20).

 MEME KANSERİNDEN KORUNMA


Emzirme

İlk çocuğun 30 yaş öncesinde doğurmak

Egzersiz yapma

Riskli grupta Tamoksifen kullanımı 

Yüksek riskli grupta profilaktik mastektomi

                        Meme Kanserinde Erken Tanı


Meme kanseri tanısında Amerikan Kanser Birliği tarafından önerilen tarama klavuzu aşğıdaki tabloda özetlenmiştir.



* KKMM: Kendi Kendine Meme Muayenesi



TEDAVİ


Son yıllarda meme kanseri tedavisinde oldukça önemli gelişmeler olmuştur. Ancak en önemli nokta hastalığın erken safhada saptanmasıdır. Hastalık ne kadar erken saptanırsa tedavi olanak ve seçenekleri de bir o kadar artmaktadır. 

Meme Ameliyatları: 
Meme ameliyatlarında birkaç farklı yaklaşım bulunmaktadır.  Bu yaklaşımlar temel olarak memenin tamamının alınmadan korunmasına yönelik olanlar ve memenin tümünün çıkartılmasına yöneliktir. Ayrıca bunlara ilave olarak alınan memenin yerine plastik cerrahisi yöntemleriyle meme rekonstruksiyonu ameliyatları bulunmaktadır. Ayrıca Nükleer Tıp' tan yardım alınarak koltuk altı lenf nodlarını korumaya yönelik sentinel lenf nodu uygulamaları da gün geçtikçe artmıştır.

Kemoterapi: 
Kanser hücrelerini öldürücü ilaç tedavileridir. İlaçlar ağız yolu veya damar yoluyla verildikten sonra tüm vücuda dağılırlar. Genellikle aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduğundan ilaçlar kombine halde verilirler. Bazı olgularda adjuvant kemoterapi dediğimiz ameliyat sonrasında vücutta hiçbir tümör hücresi saptanmasa da koruyucu önlem olarak kemoterapi uygulanır.

Radyoterapi:
Meme bölgesi veya koltukaltına uygulanır. Buradaki kanser hücrelerinin ölmesi amaçlanır. Tedavi sonrasında meme bölgesinde şişme ve ağırlık hissi oluşabilir. Tedavi edilen bölgedeki deri güneş yanığı şeklini alabilir. Bu yan etkiler yaklaşık bir yıl içersinde azalarak kaybolur.

Hormon Tedavisi:
Bazı meme kanseri türleri östrojene duyarlıdırlar. Yani östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olur. Bu tedavide amaç östrojenin bu zararlı etkilerini ortadan kaldırmaktır.Bu amaçla Tomoksifen adı verilen ilaç kullanılmaktadır.





10 Eylül 2013 Salı

DEMANS

Latince mens (zihin) kelimesinden gelmiştir ve kabaca Demans, zihnin yitirilmesi anlamına gelmektedir. Günümüzde ölüm yaşının giderek ilerlemesi ve nüfusun yaşlanmasıyla birlikte giderek artan ve sorun olmaya başlayan bir hastalık halini almıştır. 2001 yılında yaklaşık 25 milyon olarak tahmin edilen demanslı hasta sayısının 2050 yılında yaklaşık 80 milyona ulaşması tahmin edilmektedir.



Demans tanısı için en başta hastanın zihin özelliklerinde bir bozulma meydana gelmelidir. Demanslı hastalarda kazanılmış zihin fonksiyonlarının bozulması sözkonusudur.  Tanı açısından 2. önemli özellik ise zihinsel fonksiyon kaybının birden fazla alanda gerçekleşmesidir. Bu zihinsel alanlar bellek, dikkat, yürütücü işlevler, görsel ve mekansal işlevlerdir. Tanının konmasında son temel özellik günlük yaşam işleyişinde bozulmalardır. Bunlar ev işleri, kişisel bakım, hobiler, mesleki performans olarak sıralanabilir. Bu 3 özellik özetlendiğinde demans, erişkin merkezi sinir sisteminin hasarlanması  sonucunda zihinsel yetilerde bozulma ve bu bozulmanın hastanın günlük yaşam aktivitelerini olumsuz biçimde etkilemesi olarak tanımlanabilir. Demansa neden olabilen 100 den fazla hastalık bildirilmiştir. En sık rastlanan özellikle 65 yaş üstü hastalarda görülen Alhzeimer Hastalığıdır.





RİSK FAKTÖRLERİ


İleri yaş

Genetik yatkınlık 

Kadın Cinsiyet

Kafa travması

Hipertansiyon 

Depresyon 

 Demans hastaları genel olarak 3 evreye ayrılırlar. Hastalar zaman içerisinde geç evreye kadar ilerler. Hastalar yeni güncel bilgileri öğrenmekte güçlük çekerler fakat geçmiş olayları çok net bir şekilde hatırlayabilirler. 

                                                  Erken Evre



Unutkanlık, kelime bulmada zorluk

Kişilik  değişikliği

Eşyaların yerini karıştırma,unutma

Kişi, yer ve zaman kavramlarının karıştırılması

                                                    Orta Evre



Bellek kaybında artış

İletişim güçlüğü

Kişilik değişiklikleri 

Basit bakım yeteneklerinde azalmalar

Arkadaşları, uzak akrabaları hatırlayamama 

                                                       İleri Evre


Beslenme yetersizlikleri 

İdrar ve dışkı kaçırma

Hareket yeteneğinde kayıp

Son dönemde tüm hereket ,yeme , konuşma fonksiyonlarında kayıp

Demanstan Korunmak İçin Tavsiyeler


Düzenli uyku

Dengeli beslenme

Hafızayı çalıştırma egzersizleri

Stresten uzak  yaşam

Bol vitamin ve mineral alınmalı 

Düzenli egzersiz yapmak

Herşeyi kafaya takmamak

Yaşlı nüfus arttıkça demans yaygınlığı da artmaktadır. Bu da demek oluyorki demans her geçen yıl önemli bir toplumsal sorun halini almaktadır. Demans kişinin hastalığı değil tüm aileyi ilgilendiren bir hastalıktır. Bu nedenle demanslı hastaların yakınlarına büyük görevler düşmektedir. Demans hastalarında belirtileri azaltan ve ilerlemeyi geciktiren ilaçlar arasında Kolin Esteraz İnhibitörü ilaçlar ve E vitamini sayılabilir. Bilimadamları bilişsel sorunları erken tanıyıp demansın başlamasını geciktirip önleyici tedaviler için hala araştırmalar yapmaktadırlar. Eğer ki bu tarz ilaçlar keşfedilirse toplum, çok büyük yüke neden olan bu hastalıktan kurtulunmuştur.








5 Eylül 2013 Perşembe

TİROİD NODÜLLERİ

Toplumda ortalama her 3 kişiden 1 kişide görülen bir durumdur tiroid nodülleri. Nodüllerin bir kısmı dışardan farkedilebilir veya ele gelebilir. Elle farkedilemeyen nodüller daha sıktır ki bu toplumun %50-60 ına denk gelir. Ancak bunlar tarama yapıldığında veya Ultrason ile incelendiğinde ortaya çıkarlar. Nodüllerin büyüklükleri 5-6 mm ' den 5-6 cm' e kadar ulaşabilmektedir. Basit tiroid hücre çoğalması ile oluşan nodüller kolloidal nodüllerdir ve en sık karşılaşılan nodüllerdendir. Diğer nodül çeşitleri kistik nodül, iltihabi nodüller, iyi huylu nodüller ve tiroid kanserleridir.   Kadınlarda nodül oluşumu erkeklere oranla 4 kat fazla görülmektedir.


                                Nodül Nedir?


 Nodül günlük yaşamda sık duyduğumuz bir terimdir. Nodül tiroid bezinin içerisinde çeşitli büyüklüklerde olabilen anormal doku büyümesidir. Nodüle tiroid ezi büyümesi de eşlik ettiğinden bu hastalığa Nodüler Guatr Hastalığı adı verilmektedir.

Hasta ve hekim için önemli olan 2 nokta vardır. İlki nodülde kanser olup olmadığı diğeri ise nodülün aşırı tiroid hormonu salgılayıp salgılamamasıdır.

                                             TANI


Tiroid nodüllerinin çoğu belirti vermez ve herhangi bir şikayete neden olmazlar.Genellikle hasta veya doktor tarafından rastgele farkedilir. Ancak hipertirodiye yol açan sıcak nodüller varsa hastalar halsizlik, çarpıntı, terleme, kilo kaybı gibi sebeplerle doktora başvurabilirler.  Tiroid bezinde nodül olup olmadığının kesin tanısı Tiroid  Ultrasonu  incelemesinden sonra konulur.


                     

                               SICAK NODÜL ve SOĞUK NODÜL 


Tiroid bezinde varolan bir nodülün sıcakmı yoksa soğukmu olduğunu anlamak için Nükleer Tıp Görüntüleme tetkiklerinden tiroid sintigrafisi yapılarak anlaşılır. Sintigrafide Teknesyum-99m adı verilen bir radyoaktif madde kullanılır. Damar yoluyla vücuda verilen bu madde tiroid bezine gider. Bu madde nodül tarafında tutulmaz ise bu nodül soğuk nodül, fazlasıyla tutulursa sıcak nodül adını alır. Sıcak ve soğuk nodülün önemi ;soğuk nodüllerden kanser gelişimi daha fazladır. Ancak buna rağmen az sıklıkta sıcak nodüllerde de kanser gelişebilmektedir. Bir nodülde kanser olup olmadığını anlamak için mutlaka ince iğne aspirasyon biopsisi yapmak gerekir. 2 defa biopsi yapıldığı halde sonuç iyi huylu çıktığında olağandışı bir gelişim olmadıkça tekrar biopsi yapmak gereksizdir.



             

                           Nodüllerde Kanser Riski:


 Yapılan çalışmalarda  sintigrafi yapılmış hastalarda sıcak nodülde kanser oranı yaklaşık % 1 , soğuk nodülü bulunan hastalarda % 4 oranında  görülmektedir.

                            Kanser Riski Yüksek Nodüller: 


Tek nodül bulunması çok nodüle göre daha risklidir.

Solid nodüller kistik nodüllere göre daha risklidir.

Tiroid bezinin orta hattında bulunan nodüller

3 cm ' den büyük nodüller

Ultrasonda kenar düzensizliği gösteren  , içersinde kalsifikasyonlar bulunan ve kanlanması fazla olan   nodüller.

Takiplerde hızlı büyüyen nodüller

Hipoaktif nodüller (soğuk nodüller)

                      Ne Zaman Ameliyat Gerekir?


Tiroid nodülleri olan her hastanın ameliyat olmasına gerek yoktur. Ameliyat olsa bile hastalarda 1 yıl içerisinde %30 oranında nodül tekrar gelişim göstermektedir. Ameliyat edilmesi gereken nodüller kanser şüphesi olan nodüllerdir. İnce İğne Aspirasyon Biopsisinde kanser yoksa 3 cm den küçük nodülleri ameliyat etmeye gerek yoktur.





29 Ağustos 2013 Perşembe

SİNÜZİT VE TEDAVİSİ

Türkiye' de yaklaşık her 5 kişiden bir kişiyi etkileyen bir sağlık sorunudur sinüzit. İnsanların yaşam konforunu azaltan  kronik hastalıkların başında gelmektedir. Yapılan bir araştırmada ABD' de yaklaşık 7  milyar doların sinüzit tedavisinde kullanılan ilaçlara harcandığı bildirilmiştir. Sinüzit burun tıkanıklığı, başağrısı, halsizlik, yorgunluk ,horlama gibi şikayetlere neden olarak hem fiziksel olarak hem de psikolojik anlamda hastaları rahatsız etmektedir.

SİNÜZİT NEDİR:


Kafatasında 7 adet sinüs boşluğu bulunur. Bu boşlukların içi hava doludur. Sinüs adı verilen bu boşlukların buruna açılan bir deliği bulunmakta ve bu delik sayesinde sinüsler devamlı olarak havalanmaktadırlar. Nefes verme sırasında akciğerleden çıkmakta olan hava ilk olarak sinüslere uğramakta ve burundan dışarı çıkmaktadır. Buruna açılan hava delikleri tıkanırsa sinüs içerisine hava girişi azalır veya tamamen ortadan kalkar. Sinüslerinin havlanmasının bozulmasıyla enfeksiyona zemin hazırlanır. Sinüs boşluğunda ortaya çıkan bu enfeksiyona sinüzit adı verilir. Deliklerin tıkanması geçici olursa (nezle gibi) akut sinüzit, devamlı bir tıkanıklık oluşursa kronik sinüzit adını alır.

BELİRTİLER:

Yüz, göz ve başta ağrılar mevcuttur. Öksürürken, öne eğilirken bu ağrılarda artış olmaktadır. Bunun nedeni sinüs içindeki basıncın artmasıdır. Elimizle ağrıyan yere baskı uyguladığımızda ağrının şiddetinin  arttığı görülür. Bir diğer belirti de burun akıntısıdır. Genelde tek taraflı ve sarı veya yeşil renkte bir akıntı sözkonusudur. Hasta yorgundur ve halsizlidir. İstirahat ihtiyacı duyar. Ateşi bir miktar yükselmiştir. Bazen hastalarda çift görme , alın ve göz bölgesinde şişkinlik şikayetleri de eşlik edebilir.

TANI:

Tanı için öncelikle bir Kulak Burun Boğaz Uzmanına görünmek gerekmektedir. Hastanın vereceği öykü ve muayene ile genelde tanı konmaktadır. Gereken durumlarda röntgen filmi veya Bilgisayarlı Tomografi istenebilir. Ayrıca endoskopla burun muayanesi yapılabilir.

TEDAVİ:

Sinüzit tedavisinin amacı enfeksiyonların kontrol altına alınması, dokunun ödeminin azaltılması, drenajın sağlanması,  sinüs ağız açıklığının sağlanması ve komplikasyonların önlenmesi olarak özetleyebiliriz..

ANTİBİYOTİK TEDAVİSİ:
Akut sinüzitlerde en sık etkenler arasında Streptococcus Pneumoniae, Haemophilus influenzae ve Morexella Catarhalis yeralmaktadır.Bu 3 etken tüm sinüzit vakalrının hemen hemen % 80' inden sorumludurlar.  Tedavide seçilecek olan antibiyotik bu 3 etken gözönünde bulundurularak seçilmelidir. Antibiyotik tedavisi en az 10 gün sürmelidir. Bazen 20 güne de uzayabilmektedir.

DEKONJESTANLAR:

Topikal dekonjestanlar nazal ödemi azaltarak iyileşmeyi hızlandırmaktadırlar. Ancak rebound etki nedeniyle 5 günden fazla kullanılmamalıdırlar.
Sistemik dekonjestanlar sinüzal ve nazal enflamasyonu ve nazal obstruksiyonu ortadan kaldırarark etki ederler.  Ancak bu ilaç hipertansif kişilerde, iskemik kalp hastalığı olanlarda, diabetik ve hipertiroidili hastalarda dikkatli kullanılmalıdırlar.

Akut sinüzitler vakalarında  genelde medikal tedavi yeterli olmaktadır. Nadiren ameliyata ihtiyaç duyulmaktadır. Kronik sinüzitte burunda et ya da deviasyon bulunan durumlarda ameliyat gerekir. Ameliyatta amaç sinüs ağzının açılması ve içinin temizlenmesidir. Bu işlem endoskop denilen burun içine sokulan kameralı bir alet aracılığıyla gerçekleştirilir. Genel anestezi veya lokal anesteziyle uygulanabilir. 

Sinüzit Tehlikelimi ?

Sinüzit uygun tedavi yöntemleriyle tedavi edildiğinde önemli problemlere yol açmaz. Ancak iltihap yayılırsa önemli komplikasyonlara neden olabilir. En önemlisi iltihabın göz çukuruna yayılmasına bağlı körlük oluşumu, iltihabın beyin zarlarına ve beyin içine giderek abse oluşturması, komşu kemiklerde enfeksiyona yol açması sayılabilir.

Sinüzitte Dikkat Edilmesi Gerekenler:

Soğuğa maruz kalmamak

Islak saçlarla sokağa çıkmamak

Yaşanılan ortamın ısısının uygun olarak ayarlanması

Sigara içmemek sigara dumanına dahi maruz kalmamak

Allerjiye neden olabilecek duman,toz gibi yabancı maddelerden uzak kalmak

Klima veya vantilatöre direkt olarak maruz kalmamak




20 Ağustos 2013 Salı

KALP SİNTİGRAFİSİ (MYOKARD PERFÜZYON SİNTİGRAFİSİ)

Günümüzde her yıl bin kişiden 5 kişi kalp krizi geçirmektedir. Toplumdaki her 5 ölümün 1 tanesi kalp krizlerine aittir. Bu nedenle kalp hastalıkları hayatımızda çok önemli hale gelmiştir. Geçirilen kalp krizlerinde hastaların yarısı ölmektedir. Bu ölümler ani olmakta ve hastaneye yetiştirlemeden evde, işyerinde , yolda vs değişik mekanlarda olabilmektedir. Kalp krizi basit olarak anlatacak olursak , kalp kasını besleyen koroner adını verdiğimiz damarların kan akımının kesilmesi ve kalbe yeterli kanı taşıyamamasından kaynaklanır. Damar tıkanınca kansız kalan kalp kası zamanla ölüme kadar gidebilmektedir. Yıllar içersinde kolesterol adını verdiğimiz yağlar (özellikle kötü kolesterol adıyla anılan  LDL - kolesterol) kalp damarlarında birikirler. Zaman içerisinde bu birikim ilerledikçe bir plak haline dönmeye başlar. Bu plak damarı daraltır ve kalp kasına giden kan ve içerisinde bulanan oksijen azalmaya başlar. Kalp kası azalan oksijen karşısında yorulma, göğüs ağrısı, efor gerektiren işlerde zorlanma şikayetleri günyüzüne çıkar. İşte bu aşamada semptomlar henüz tazeyken hastalar bir kardiyoloji hekimine başvururlarsa önemli ölçüde işleri kolaylaşmış olur. Hastalık daha fazla ilerlemeden önlemi alınmış olur. Myokard Perfüzyon Sintigrafi (Myokard Perfüzyon SPECT de denilmektedir) bu aşamalarda devreye girmekte ve kardiyoloji uzmanına çok değerli bilgiler verip hasta için hangi tedavinin uygun olduğunu  belirlemektedir.

      Kalp sintigrafisi kalbi besleyen koroner damarlarda meydana gelen daralmalar sonucunda kalp kasının beslenememesi veya beslenmesinde yetersizlik sonucunda oluşan koroner arter hastalığı tanısında kullanılan güvenli bir Nükleer Tıp tetkikidir. Kalp sintigrafisi kalp krizi geçirme olasılığı bulanan hastaları kalp krizi geçirmeden önce saptar ve hastaların kardiyolog veya kalp damar cerrahı  tarafından gerekli girişim ve tedavisinin yapılmasına rehberlik eder. Kalp sintigrafisi görüntülemesinde Tc-99m MİBİ veya Talyum -201 gibi radyoaktif maddeler kullanılmaktadır.

                   Myokard Perfüzyon Sintigrafisinin Uygulandığı Durumlar :


Koroner Arter hastalığının tanısı
İskemik kalp hasarını enfarktüsten ayırmak
Çeşitli nedenlerle ameliyat olacak hastalarda kardiyak risk değerlendirilmesi
Koroner Arter Hastalığına sahip hastalarda hastalığın gidişatını ve sonucunu belirlemek için
Önceden kalp krizi geçirmiş hastada kalp canlılığının değerlendirilmesi
Stent tedavisi uygulanmış hastada tekrar başlayan ağrılarının stent tıkanmasına bağlı olup olmadığının saptanması

         Kalp Sintigrafisi Nasıl Uygulanır:


Kalp sintigrafisi 2 şekilde uygulanır;
1. Hastanın efor yapmasına bir mani yoksa hastaya yeterli miktarda uygulanan efor sonrasında yapılan eforlu kalp sintigrafisi
2. Hastanın yürüme bandında yürümesine engel ortopedik rahatsızlık, nörolojik sorunlar, hastanın yaşlı olması gibi nedenlerden dolayı hastaya farmakolojik stres test ile  kalp sintigrafisi yapılır.

     Hasta Hazırlığı:


Kalp sintigrafisine gelirken hastaların en az 4-5 saat aç olması gerekir. Efor yapacak hastaların rahat bir kiyafetle gelmeleri ve kullandığı bazı ilaçları kesmeleri gerekmektedir. Bunlar arasında beta bloker ve kalsiyum kanal blokeri grubu ilaçlar tetkikten 2 gün önce, Kısa etkili nitratlar 1 gün önceden, uzun etkili nitratlar ise 2 gün önceden kesilmelidir. Hastaların tetkikin uzun olabileceğini gözönünde bulundurarak hazırlıklı gelmeleri, ayrıca tetkikin daha iyi sonuçlar vermesi açısından yanlarında süt ve/veya bitter çikolata getirmeleri gerekmektedir.

Görüntüleme:


Hastaya yürüme bandında efor yaptırılır ve kalp hızı belirli bir düzeye ulaştığında (minumum %85) hastaya Tc-99m MİBİ enjeksiyonu yapılır ve bu enjeksiyondan sonra yaklaşık 2 dakika daha yürüme bandında  yürüyüşe devam etmesi istenir. Yaklaşık 30-60 dakika arasında görüntüleme yapılır ve kalbin stres halindeki yorgun görüntüsüne bakılır. Görüntüleme yaklaşık 10-12 dakika sürer. Hasta bu çekim bittikten sonra yaklaşık 2-3 saat istirahat ettirilir ve 2. bir enjeksiyon yapılıp yine enjeksiyon sonrası 30-60 dakika sonrasında kalbin istirahat görüntülemesi yapılır. Her iki görüntü karşılaştırılır ve Nükleer Tıp Uzmanı tarafında yorumlanarak rapor hazırlanır. Farmakolojik stres tastinde tek fark yürüme bandı yerine hastanın kalp damarlarında kan akımını değiştiren adenozin,dipridamol veya dobutamin gibi ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlarla test yapılacak hastalarda çay, kahve ve kafeinli içeceklerin bu ilaçların etkisini azaltabileceğinden dolayı 24-48 saat önceden kesilmesi gerekmektedir.

                   Kalp Sintigrafisi Sonrası Yorumlar:


1. NORMAL: Hem efor sonrasında hem de dinlenme sonrasında kalp kasının kanlanması iyi durumdaysa normal olarak değerlendirilir. Kalp sintigrafisi normal çıkan hastalarda yapılan araştırmalarda kalp damarlarında darlık bulunsa bile 1-2 yıl içersinde kalp ile ilgili ciddi sorunlar yaşamaları son derece düşük bir olasılıktır.


2. İSKEMİ: Efor sonrası kanlanması kötü , dinlendikten sonrası kanlanma görülüyorsa iskemik kalp hastalığında bahsedebilir. Bu vakalarda tıbbi tedaviyi hakeden vakalardır. Kalbi besleyen koroner arterde ciddi bir darlık var demektir.İvedilikle bu darlığın açılması ve tedavi edilmesi dolayısıyla hastanın kalp krizi riskinin ortadan kaldırılması gerekmektedir.


Kalbin inferoseptal duvarında iskemisi bulunan bir hastanın görüntüsü.

3. ENFARKT: Hem efor hem de kanlanma sonrası alınan görüntülerde bir bölge kanlanmıyorsa o bölge enfarta uğramış demektir((kalpte ölü kalp kası alanı).

Kalbin inferolateral duvarında enfarkt ile karakterize bir hastanın görüntüsü.


Kalp sintigrafisi noninvaziv olması, kolay uygulanabilir olması, hastanede yatışa gerek duyulmadan, kalp damarlarındaki tıkanıklığın ortaya çıkarılması bakımından günümüzde önemli bir test halini almıştır. Kalp hastalıklarının gün geçtikçe artması ve iskemik kalp hastalıklarından ölümlerin arttığı günümüzde kalp sintigrafisi  giderek önem kazanmıştır. Bu nedenlerden dolayı kalbimizi ihmal etmeyelim ve gerekli kontrolleri mutlaka yaptıralım. Ve şunu unutmayalım ki kalp şakaya gelmez!              .






16 Ağustos 2013 Cuma

NÜKLEER TIP

Madam Curie' nin radyoaktiviteyi keşfinden yaklaşık bir asırlık bir zaman  geçti,  O zamandan itibaren  zararlı olarak bilinen radyasyon, hastalıkların  tanı ve tedavisi için kullanılmış  ve insanlığın hizmetine sunulmuştur. Nükleer Tıp bu gelişmelerden nasibini almış ve giderek gelişimini sürdürmüştür.
 Nükleer Tıp  kısaca radyoaktif maddelerin  hastalara çeşitli yollardan verilip hastalıkların tanı ve tedavisini kapsayan bir bilim dalıdır. Radyofarmasötikler  (organa spesifik ilaç + görüntülemeyi sağlayan radyoaktif madde) hastalara damar yolu, solunum yolu ve oral yoldan uygulanır. Radyoaktif maddeler saçılım yaptığı ışının türüne göre gama kamera veya PET-CT  adını verdiğimiz cihazlar tarafından algılanır ve görüntüye çevrilirler. Nükleer Tıpta elde edilen görüntülerin genel ismine ''sintigrafi'' denir. Doğada alfa, beta ve gama ışınları olmak üzere  3 çeşit radyasyon bulunur. Beta ışınları tedavi amaçlı, gama ışınları ise tanı amaçlı kullanılmaktadır.

                                

                                       GÖRÜNTÜLEME:


Nükleer Tıpta radyoaktif maddeler (radyonüklidler) vücutta ilgili organın metabolik yollarla fonksiyona girecek ilaçlar (farmasötikler) ile kimyasal yollarla laboratuvar ortamında birleştirilirler. Damar yolu, oral yol veya solunum  yoluyla insan vücudunu uygulanır. Radyofarmasötik ismini verdiğimiz bu ilaçlar her organ için spesifiktir. Vücuda verildiklerinde bu bileşikler ilgili organdan ( kalp,böbrek beyin,tiroid vs.) gama ışını gönderirler ve bu ışınlar gama kamera tarafından algınıp sintigrafi adını verdiğimiz görüntülere çevrilirler. Böylece beyin sintigrafisi, kalp sintigrafisi, tiroid sintigrafisi gibi fonksiyonunu ve hastalığını merak ettiğimiz organa ait görüntüler oluşur. Böylece  organların işleyişi hakkında bilgiler ediniriz.

        Nükleer Tıp uygulamaları  çok duyarlı ve amaca spesifik görüntülerdir. Allerjisi ve yan etkisi yoktur. İnvaziv değildir ve hastaya zarar vermez. Fizyolojik, metabolik ve moleküler düzeyde bize bilgiler sağlarlar. Nükleer Tıp uygulamalarında hastalar düşük doz radyasyona maruz kalırlar. Uygulanan radyofarmasötikler düşük radyasyon düzeyli, kısa yarı ömürlü , vücutta birikim yapmayan kendiğinden fiziksel olarak yarılanan maddelerdir. Ayrıca idrar, ter ve bağırsaklar yoluyla vücuttan atılırlar. Her yaştan insana güvenle uygulanabilen tetkiklerdir. Özellikle çocuklarda kilosuna göre doz ayarlaması yapılıp en düşük dozda radyoaktif ilaç verilir. Nükleer tıp tetkiklerinin  sıklıkla yaptırdığımız tomografi tetkiklerinden daha az radyasyon dozuna sahiptir.Yaklaşık 50 yıldır uygulanan çalışmalarda, Nükleer Tıp uygulamalarının neden olduğu  geçici veya kalıcı hasarlar bildirilmemiştir.



Nükleer Tıp Tetkik Süreleri: Nükleer Tıp Tetkikleri fonksiyonunu merak ettiğimiz organın değerlendirmesini sağlayacak şekilde süreleri değişmektedir. Bazı tetkikler radyofarmasötik  enjeksiyonun yapılmasıyla eş zamanlı olarak başlamaktadırlar ( Dinamik böbrek sintigrafisi, gastroözefageal reflü sintigrafisi gibi). Bazı sintigrafi tetkikleri ilaç yapıldıktan belli bir süre sonra başlar. Tiroid sintigrafisi 15 dk., kemik sintigrafisi 3 saat sonra, kalp sintigrafisi 30-60 dk gibi. Uzun fonksiyon değerlendirmesi süren bazı tetkikler ise 1 gün sonra bile görüntülemeye devam edilebilmektedir (hepatobiliyer sintigrafi gibi).


 

                   Klinik Nükleer Tıp Uygulamaları

1. Radyonüklid Tedavi: Halk arasında atom tedavisi olarak bilinen hipertiroidili (zehirli guatr diye bilinir) ve tiroid kanserli hastalarda Radyoaktif İyot tedavisi en sık olarak yapılandır. Artrit hastalarında eklemlerine yönelik radyonüklid synovektomi (Y-90 tedavisi), tedaviye dirençli lenfoma tedavilerinde , karaciğer tümörlerinde, kemik metastazlarının ağrılı tedavilerinde radyonüklid tedaviler kullanılmaktadır.

2.Görüntüsüz Tanı Yöntemleri: Vücutta belli hedefe yönlenmiş radyoaktif maddeler kullanılır. Bu aktiviteler  dışarıdan gama prob adı verilen aletler kullanılarak bu radyoaktif maddeler dedekte edilir ve cerrahiye yol gösterirler. Meme kanserinde sentinel lenf nodu uygulamaları , paratiroid adenomlarında minimal invaziv cerrahi uygulamaları örnek olarak gösterilebilir.

3.Görüntülü tanı uygulamaları: Nükleer Tıp uygulamalarında en çok uygulanan tanı yöntemidir.

Planar görüntüler: Tiroid sintigrafisi, paratiroid sintigrafisi, statik böbrek sintigrafisi gibi 2 boyutlu görüntü alınan sintigrafiler buna örnek olarak verilebilir.

SPECT görüntüler ( Single Photon Emission Tomography): Gama kameranın organ etrafında belli açılarda dönerek 3 boyutlu tomografik görüntüler alınmasıyla oluşur. Myokard Perfüzyon SPECT (Kalp sintigrafisi), Beyin SPECT gibi çalışmalar bu görüntülemeye örnek olarak verilebilir.

PET-CT Görüntüler: Pozitron ışınımı yapan yapan radyoaktif maddeler ile yapılan tomografik görüntülemedir. FDG verilmesi sonrasında özellikle kanser hastalıklarının tanı ve takibinde son derece önemli rol oynayan görüntülerdir. Ayrıca nörolojik ve kardiyovaskuler hastalıklarda da değerli bilgiler verir.


            KLİNİK NÜKLEER TIP UYGULAMALARI

Endokrinolojik hastalıklar

Guatr hastalıkları, sıcak ve soğuk nodül değerlendirilmesi
Hipertiroidi tedavisi
Tiroid kanseri tarama ve tedavisi
Paratiroid adenomları tanısı
Metabolik kemik hastalığı tanısı

Kalp Hastalıkları

Koroner Arter hastalığı tanısı
Damarlara stent uygulamasından sonra etkinliğin değerlendirilmesi 
Damar açma girişiminden fayda görecek hastaların seçimi
Başka sebeplerden ameliyat olacak hastaların kalp riski açısından değerlendirilmesi
Enfarktüs varlığı ve kalp canlılığının değerlendirilmesi
Kalp kası duvar hareketlerinin değerlendirlmesi EF değerinin hesaplanması

Böbrek Hastalıkları

İdrar yolu darlıklarının saptanması
Böbrekte pyelonefrit tanısı
Böbrekte skar (hasarlanma) dokusunun tanısı
Her iki böbrek toplam böbrek fonksiyonlarına dağılımı
Transplante böbreğin değerlendirilmesi

Onkolojik Hastalıklar

Vücuttaki bir kitlenin iyi huylu yada kötü huylu olduğunun saptama
Tümör evrelendirmesi
Metastazların saptanması
Kemoterapi radyoterapi yanıtının değerlendirilmesi
Sentinel lenf nodu saptanması
Non-Hodgin lenfomada Y-90 tedavisi
Kemik metastazlarında palyatif tedavi  (Sr-89, Rhenium-186, Sm-153)
Karaciğer tümörlerinde embolizasyon tedavisi

Ortopedik Hastalıklarda
Stres faktürlerinin tanısı
Osteomyelit tedavisi
Kemik lezyonlarının iyi huylu veya kötü huylu olup olmadığının saptanması
Avaskuler nekroz tanısı
Enflamatuar eklem hastalıklarında ve hemofili hastalığında Y-90 ile tedavi

Akciğer Hastalıklarında

Pulmoner Emboli tanısı
Akciğer operasyonu sonrasında öngörülen akciğer fonksiyonun değerlendirilmesi

Nörolojik Hastalıklar

Epilepsi odağının tespiti
Alhzeimer tip demansın tanısı
Felç tanısı 
Beyin ölümü tespiti

Gastrointesinal Sistem Hastalıkları

Reflü tanısı
Üre nefes testi
Karaciğer dalak sintigrafisi
Meckel sintigrafisi
Safra yolu tıkanıklığının değerlendirilmesi
Tükrük bezi sintigrafisi

Diğer Uygulamalar

Ağrılı testis hastalıklarının tanısı
Lenfödem tanısı
Vücutta enfeksiyon odağının saptanması (işaretli lökosit sintigrafisi)
Dakriosintigrafi


Yazıdan fayda gördüyseniz ve beğendiyseniz yazının  üstündeki  reklama tıklarsanız sevinirim.





15 Ağustos 2013 Perşembe

FİBROMYALJİ

Sırt , boyun omuz kasları başta olmak üzere vücut kaslarında yaygın ağrı,  halsizlik ve sabah tutukluğuna neden olan bir hastalık bu seferki konu başlığımız '' Fibromyalji'' . Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülen yaşamında herşeyin mükemmel olmasını isteyen ve hassas kişilik yapısında olanlarda daha sık rastlanır. Hastaların günlük yaşam konforunu bozan kronik bir hastalıktır. Toplumda % 5-10 oranında bu hastaliğa rastanmaktadır. Halk arasında yumuşak doku romatizması olarak da bilinmektedir.

Belirtiler:

1.Yaygın Vücut ağrıları:  Yaygın vücut ağrıları en az 3 ay devam eder. Hastaların kaslarında yaygın ağrıları mevcuttur ve belli bölgelerde ise hassas noktarı vardır. Aşağıdaki resimde Fibromyalji sendromunda görülen hassas nokta bölgelerini görmekteyiz.



2.Yorgunluk: Fibromyaljide en sık rastlanan bulgulardan biridir. Hastalarda belirgin bir yorgunluk bulgusu vardır. Sabah uyanınca bu yorgunlukları hemen hemen en üst düzeydedir. Gün içinde bu yorgunlukları yavaş yavaş azalma eğilimine girer. Hastalar bedeni yoracak ağır bir iş yapmasalar bile kendilerini çok yorgun ve bitkin hissederler ''sanki enerjim soğurulmuş gibi'' diye ifadelerde bulunabilirler. 

3.Baş ağrıları: Fibromyaljili hastaların çoğunda başağrısı mevcuttur. Çoğu vakada gerilim tipi başağrısı ve migren olarak seyreder.

4. Uyku Bozukluğu: Fibromyalji hastaları genelde uykularını tam alamamış, uykudan dinlenememiş olarak uyanırlar. Yapılan araştırmalarda bu hastaların uykunun derin uyku safhasına geçemedikleri saptanmıştır. Ayrıca bu hastaların uykularında diş gıcırtdatmaları, istemsiz kol ve bacak hareketleri ender değildir.

5. Sabah Tutukluğu: Sabah uyandıktan sonra yataktan kalkınca kendine gelememe vücutta genel bir tutukluk hali mevcuttur. Hastalarda sanki akşamdan kalma çok alkol almış gibi hissetme durumu vardır.

Bu bulgulara ilave olarak hastalar eşik eden diğer semptomlar arasında; irritabl bağırsak sendromu, soğuk havalara tahammül edememe, huzursuz bacak sendromu, kaslarda kramplar , ani idrara çıkma isteği, iştah değişiklikleri , ağız ve göz kurulukları, uyuşma ve karıncalaşma gibi bulgularda sayılabilir.

                              HASTALIK NASIL OLUŞUR

Kesin nedeni bilinmemektedir. Ancak bazı savlar öne sürülmektedir. Bunlar arasında beyin ile çevresel sinirsel iletimde bir aksaklık olabileceği söylenmektedir. Serotonin ve serotonini oluşturan maddelerin eksikliğinin bunda rol aldığı düşünülmektedir. Ayrıca kaslarda gerçekleşen makro veya mikrotravmaların bu hastalığın oluşumunda bir rol alabileceği düşüncesi de mevcutttur. Özellikle kasları aşırı zorlayan sporlardan sonra fibromyaljinin olaşabileceği de bildirilmiştir. İnsan hayatındaki streslerin de bu hastalığın oluşumuna katkıda bulanabileceği hakkında bilgiler vardır. Ailesel stresler, çocukluk çağındaki çeşitli psiklojik travmalar, boşanmalar, ağır iş ve yaşam koşulları nedenler arasında sayılabilir. Bazı viral hastalıklarında fibromyalji hastalığına katkıda bulunabilecekleri hakkında çalışmalar vardır. Fizik muayenede sertleşmiş kaslar ele gelmekte ve bu kasların gevşeyememesi ve buna bağlı bu alanda kanlanma ve oksijenasyon bozukluğunun bu hastalığa neden olduğu düşünülmektedir.

                                     TANI

Amerika Romatizma Birliği 1990 yılında Fibromyalji sınıflandırmasını önermişlerdir.  Tanı kriteri en az 3 ay süren ve 18 adet hassas noktanın en az 11 ' inde 4 kg lık bir kuvvet uygulanmasıyla bu noktalarda ağrının oluşmasıdır.    



                                       TEDAVİ    

1. Egzersiz: Fibromyalji tedavisinde olmazsa olmazların başında gelir.Egzersiz postürün düzgün hale gelmesini ve kasların direncinin artışını sağlar. Pasif germe egzersizleri duyarlı tetik noktalarda tolere edilebilmekte ve uzun süre rahatlamayı sağlar.Kas germe sarkomer uzunluğunu eşitleyerek etkili olmakta ve kısır döngüyü kırmaktadır.Yüzme, bisiklet,açık havada oksijenli ortamda yapılan düzenli yürüyüşler bu hastalığa çok iyi gelen sporlardır.  Düzenli yapılan egzersizler hem hastanın psikolojini olumlu yönde etkiler hemde hasta motivasyonunu artırarak kendine olan güveni sağlar.
2. İlaç Tedavileri:
Antidepresanlar: Düşük doz Trisiklik Antidepresanlar, Selektif Geri Alım İnhibitörü ve MAO inhibitörü ilaçlar faydalıdır.
Kas Gevşeticiler:Etkileri kısıtlı olmakla birlikte bazen kullanılabilmektedir.
Vitamin ve diğer destekler:B,C,D vitaminleri, çinko ve mağnezyum içeren ilaçlardan fayda sağlanabilmektedir.
Gabapentin Grubu İlaçlar: Epilepsi ilaçları olarak kullanılan bu ilaçlar santral sinir sitemindeki iletimsel sorunların aşılmasında faydalar sağlamaktadır.
Kullanılan Diğer İlaçlar:Vitamin E, Selenyum, Kalsiyum, Ginkgo Biloba, Koenzim Q vs. ilaçlar.

3. Fizik tedavi uygulamaları: Sıcak ve soğuk uygulamalar, TENS (elektriksel uyarılar) ,masaj birlikte uygulandıklarında kasların gevşemesini sağlayıp buradaki sinir uçları uyarılarak kısır döngünün kırılması ve kan akımı artışı  sağlanır.
4. Lokal enjeksiyonlar: Kaslardaki tetik noktaların içine seanslar halinde yapılan lokal anestezik enjeksiyonları bazı hastalarda rahatlamayı sağlar.
5.Uyku düzenin sağlanması:Bu hastalarda hergün aynı saatte yatıp aynı saatte uyanmaları öğütlenip yeterli uykuyu almaları sağlanır.
 

Fibromyalji kişinin yaşam konforunu azaltan kronik bir hastalıktır. Bu hastalıkla başa çıkmak için düzenli egzersiz yapmak, mükemmelliyetçi kişilik yapısını bir kenara bırakmaya çalışmak, düzenli uykuyu alışkanlık haline getirmek, kendimizi mutlu edecek davranışlarda bulunmak, kendimize zaman ayırmak, seyahat etmek  sayılabilir.