26 Şubat 2014 Çarşamba

BROKOLİ VE FAYDALARI

Brokoli pekçoğumuzun çok sevmediği ya da burun kıvırarark yediği bir besindir. Brokoli lahanagiller ailesinden yeşil yumrular halinde pek çok faydası olan mucizevi bir sebzedir. İtalya yarımadasıyla özdeşleşmiş bir sebzedir. Sicilyalı göçmen ailesi  D' arrigo' nun 20. yüzyılın başlarında bu sebzeyi ABD' ye ithal edilmesiyle tanınmaya başlanmıştır. Günümüzde ticari brokoli üretiminin %90' ı ABD' de yapılmaktadır.


Brokoli tüketim açısından çok revaçta olmamakla birlikte en faydalı sebzeler arasında ilk 3 sırada yer almaktadır.Bugüne kadar brokoli hakkında yüzlerce çalışma yapılmış ve 3 tane temel sonuç bulunmuştur.
  1. Brokoli hücre yapısını etkilemekte  ve kanser gibi hücre yapısını değiştiren hastalıklara karşı korumaktadır.
  2. Kronik enflamasyonu önlemekte
  3. Serbest radikal oluşumunu önlemekte ve çeşitli hastalıklara karşı korumaktadır.



                              Brokolinin sağlığa faydaları:

Kanser:

Brokoli kansere karşı fitokimyasal bileşikler içermektedir. Sulforaphane ve İndol -3-Karbinol içeren brokoli detoks enzimlerini de artırmakta vücuttaki toksinlerin temizlenmisine destek olmaktadır. Brokoli kadınlarda meme kanseri seviyesini düşürmekte ve östrojen seviyesini dengelemektedir. Brokolinin kimyasal yapısı çok karmaşık olup içerisindeki hangi yapıların kansere karşı korumu sağladığı tam olarak çözümlenebilmiş değildir.

Sindirim Sistemi:

Brokoli yüksek miktarda lif içermekte ve bu yolla sindirim sistemini  rahatlatmaktadır.100 gram brokoli sağlıklı bir sindirim sistemi için gereken lif ihtiyacının % 10' unu karşılamaktadır. Düzenli olarak brokoli tüketimi kabızlık oranını da azaltmaktadır.Mide açısından faydası içeriğinde bulunan ''İzotiyosiyanit'' isimli bileşik sayesindedir. Bu madde mide zarını güçlendirmekte ve ülser gibi mide çeperinde meydana gelen hastalıklara karşı koruyucu olarak görev  alır.

Radyasyona Karşı Koruyucu Etki:

Amerikada Georgetown Üniversitesi' nde yapılan araştırmaya göre lahana, brokoli ve karnıbahar karışımının radyasyonun olumsuz etkilerine karşı hücreleri koruduğu sonucuna ulaşmıştır. Deneyler radyasyon uygulanan fareler üzerinde yapılmıştır. Farelere öldürücü doz radyasyon verilmiş bir gruba brokoli, karnıbahar ve lahana karışımı sebze günde 1 defa 2 hafta boyunca uygulanmış diğer grup ise kendi haline bırakılmıştır. Kendi haline bırakılan farelerin hepsi 2 hafta sonra ölürken , sebze uygulanan farelerin yarısından fazlasının hayatta kaldığı görülmüştür. Hayatta kalan farelerin akyuvar,alyuvar ve diğer kan değerlerinin iyi durumda olduğu ve hücre kaybı gelişmediği gözlenmiştir.

Kalp ve Damar Hastalıkları:

Brokoli kolesterolü düşürerek kalp damar sağlığı açısından vücuda büyük fayda sağlar. Bir diğer faydası ise içeriğinde yüksek miktarda B vitamini içermesindendir. Bunun önemi homosistein adlı bir maddayle ilişkili olmasındandır. Homosistein kalp krizi, damar tıkanıklığının önemli tetikleyicilerinden birisidir. B vitamini eksikliğinde Homosistein düzeyi artmaktadır.  Brokoli homosisteini dengede tutan B6 ve folat açısından oldukça zengin bir yiyecektir.

Detoks:

Kalsiyum, C vitamini ve fiber açısından zengin olan brokoli  toksinlerin vücuttan atılmasını sağlayan sebzeler arasında en başlarda gelmektedir. Yüksek lif içeren brokoli bağırsak artıklarını temizlemekte ve ayrıca içeriğinde bulunan bazı bileşikler sayesinde karaciğer detoksu da yapmaktadır. 

D Vitamini:

D vitamini açısından en iyi kaynak güneştir. Ancak D vitaminin vücutta depolanması için gerekli olan A ve K vitaminler brokolide bol miktarda bulunmaktadır. Düzenli brokoli tüketerek D vitaminin depolanmasını ve biyorarlanımını artırmış oluruz.

Brokolinin Diğer Faydaları

  • Yüksek potasyum seviyesi sayesinde sinir sistemini destekler
  • C vitamini ile bağışıklık sistemini güçlendirir
  • Kalsiyum ve K vitamini ile kemik sağlığına yardımcıdır
  • Güneşin zararlı etkilerinden cildi korur
  • Mağnezyum ve kalsiyum ile tansiyonu düzenlemeye yardımcıdır
  • İltihap önleyicidir
  • İçeriğinde bulunan yüksek lütein sayesinde göz sağlığını korumada yardımcıdır
  • Vücuttaki asit dengesini sağlamada destekcidir
Bu kadar çok faydası bulunan ve içeriği çok zengin olan brokolinin kıymeti yeterince bilinmemektedir. Bu kadar değerli ve faydalı sebzeyi sofralarımızdan eksik etmemekte yarar vardır. Yazıyı beğendiyseniz beğenme butonu yerine altta ve üstte yayınlanan reklamlara tıklarsanız sevinirim. 



11 Şubat 2014 Salı

PNÖMOTORAKS

Akciğerler ile göğüs boşluğu arasında hava birikmesine Pnömotoraks denir. Pnömotoraksın  çeşitli nedenleri vardır. Genellikle bir anda kendiliğinden oluşabilmekte ve Spontan Pnömotoraks adını almaktadır. Görülme sıklığı erkeklerde 18-28 / yüzbin kadınlarda 1.2-6 / yüzbin oranındadır.



Nedenler:

 


Belirtiler: 

Aniden oluşan göğüs ağrısı, nefes darlığı ve öksürük en sık rastlanan belirtiler. Bazen kalp krizi belirtileriyle karışabilir. Ağrı genellikle olayın meydana geldiği taraftadır. Pnömotoraks yavaş seyirli ise  ve biriken hava miktarı az ise semptomlar hafif olabilir. 

Klinik Gidişat: 

Hava biriken akciğer tarafı yeterince şişemez ve sönmeye başlar. Böylece olayın gerçekleştiği taraftaki akciğer solunuma katılamaz olur. Pnömotoraksın belirtileri olayın gelişim hızı ve biriken havanın miktarına göre hafif bir seyirden hayatı tehdit eden bir şok tablosuna kadar geniş bir yelpazede seyreder.


Tedavi:

Hafif seyirli pnömotoraks olgularında tedaviye gerek yoktur. Birikmiş hava zaman içerisinde kendiliğinden absorbe edilerek yok olur. Biriken hava miktarı fazla ise havanın drenaj ile göğüs tüpü ve kateter ile boşaltılması gerekmektedir. Tedavideki amaçlar havanın boşaltılarak pnömotoraks alanının kaldırılması, hava kaçağı kontrolüdür.




  1. Gözlem: Normal şartlarda bir akciğer hacminin %1.25 ' i hava plevra tarafında emilir. Bu yöntemle hastaya yatak istirhatı ve oksijen takviyesi ile havanın kendiliğinden emilmesi beklenir. Nefes darlığı bulunmayan ve % 15 altında pnömotoraksı bulunan hastaların tedavi yöntemi gözlemdir.
  2. İğne Aspirasyonu: Bu yöntemde havanın dışarı çıkarılması için 16 veya 18 numara enjektör ve 3 yollu adaptör yardımıyla tahliye yapılmaktadır. % 15 üzerinde pnömotoraksı bulunan hastalarda izlenen bir tedavi yöntemidir.
  3. Tüp Torakostomi (Kapalı Su Altı Drenajı): Tedavilerde en sık kullanılan yöntemdir. Orta ve büyük derece pnömotorakslarda ,travmatik pnömotorakslarda seçilecek yöntemdir. Bu yöntemde lokal anestezi altında göğüs duvarında kaburgalar arasından plevra boşluğuna steril tüp sokulur bu tüpün ucu dışarı hava çıkacak şekilde ancak dışardan içeriye hava girişine izin vermeyen kapalı devre bir sisteme bağlanır. Böylece hava boşaltılıp akciğerin açılması sağlanılır. 
  4. Cerrahi: 7 günden fazla uzamış hava kaçağı, nüks pnömotoraks, iki taraflı pnömotoraks, pnömonektomili hastada ilk atak, pilotlar, dalgıçlar, sağlık merkezine uzak kırsal bölgelerde yaşayanlarda ilk atakta, cerrahi tedavi uygulanır. Cerrahi ile bül denilen hava kesecikleri alınabilir, akciğer zarının kimyasal bir işlemle yapıştırılması yapılabilir, gerekli olduğu durumda akciğerin bir kısmı çıkarılabilir.




10 Şubat 2014 Pazartesi

METABOLİK SENDROM VE İNSÜLİN DİRENCİ

Metabolik sendrom insülin direncinin neden olduğu  olduğu diabet, felç, myokard enfarktüsü gibi hastalıklarla birliktelik gösteren  bir hastalıklar grubudur. Dünyada % 20 oranında görünen genç yaş grubuna kadar inen bir rahatsızlıktır. Obezitenin artmasıyla bu hastalığın artışı arasında paralel bir ilişki söz konusudur.
Obezite günümüzün önemli bir sorunu olararak yerini almıştır. Sedanter yaşam, fast-food tüketim alışkanlığının yaygınlaşması  obezitenin giderek artışına neden olmuştur. Çocuklar dışarda koşarak oyun oynamak yerine neredeyse zamanının büyük bölümünü televizyon ve bilgisayar başında geçirmekte yanında da cips,çikolata, kolalı içecekler tüketmektedirler. Bunların sonucunda hızla artan kilolara bağlı olarak  obezite ve metabolik sendrom  meydana gelmektedir.



Metabolik Sendroma Sahip Kişiler?

  • Obezite; Bel çevresi kadınlarda  82 cm ' den erkeklerde 94 cm' den fazla olması
  • Hipertansiyon: >140/90 
  • Bozulmuş açlık şekeri/gizli şeker/aşikar diabet 
  • Trigliserid değeri: >150 olması
  • HDL Kolesterol : erkelerde 40, kadınlarda 50 altında olması


Metabolik sendrom tanısındaki parametrelerin hepsi insülin direnci sonucu ortaya çıkan durumlardır.
İnsülin Direnci: Gıda alımını takiben emilip şekere dönüşen gıdalar hücre içerisine insülin sayesinde taşınır.Fakat ortaya bazı engeller çıkması nedeniyle insülinin şekeri hücre içine taşıma görevi yerine getirilemez. İnsülin direnci adı verilen durum ortaya çıkar.İnsülin direnci basit olarak kan damarı ile hücre arasında beton bir duvar varmış gibi açıklanabilir. İnsülin direnci kandaki şekerin kas ve yağ hücrelerine girmesini engeller. Vücut bu durumu dengelemek  için daha fazla insülin hormonu üretir. Pankreastan fazla miktarda insülin salgılanması bir müddet sonra pankreas bezini yorar. İnsülin salgılanması azalmaya başlar ve Tip 2 Diabet adını verdiğimiz hastalık baş gösterir. İnsülin direncinin en önemli nedeni obezitedir. Vücut ağırlığı arttıkça ve bel çevresi genişledikçe insülin direnci  ile  buna bağlı olarak diabet gelişme riskinde artış olmaktadır.

İnsülin Direnci Risk Grubu:

  • Ailesinde diabet olanlar
  • Kilosu fazla olanlar (elma tipi obezite)
  • Bel çevresi erkekte 92 cm, kadında 82 cm' den fazla olanlar
  • Yaşlılar
  • Vücut kitle indeksi 25' in üzerinde olan kişiler
  • Ürik asidi yüksek olanlar
  • Polikistik Over Sendromu olan kişiler
  • Kortizon tedavisi kullananlar
  • Hareketsizlik
  • Bazı depresyon ilaçları


İnsülin direnci ölçümü basit sonuç verme özelliklerine sahip HOMA-IR yöntemi ile kolayca hesaplanır. HOMA hesaplama sonucu 2.7 üzerinde olanlar insülin direncine sahip olarak kabul edilir. HOMA-IR=Açlık kan şekeri X Açlık insülin düzeyi/405 
İnsülin direnci diabet dışında hipertansiyon, karaciğerde yağlanma, koroner kalp hastalığı, meme kanseri,prostat kanseri, uyku apne sendromu, hirsuitizm  (kıllanmada artışı) hastalıklara neden olur. İnsülin direnci olan kişilerin kilo vermesi biraz zordur. Yüksek karbonhidrat içerikli unlu gıdalardan yapılmış gıdalar tüketildiğinde kanda insülin hormonu yüksek seyreder  ve bu da doygunluğun kısa süreli olmasıyla sonuçlanır. Sık acıkma yeme kısırdöngüsü sonunda obeziteye neden olur.

                                                       TEDAVİ

Yaşam Tarzı Değişikliği: 

Bu hastaların en önemli tedavisi kilo vermektir. Hastalar zayıfladığında karın içi yağ miktarı azalmakta ve insülin direnci kırılmaktadır. Özellikle karbonhidrat içeriği gıdalarla beslenme (hamur işleri, poğaça, açma, makarna, kızartma vs) insülin direncini ve obeziteyi artırmaktadır. Bu tarz beslenme alışkanlı terkedilmeli başarılamıyorsa minumum düzeye indirilmelidir. Kilo vermede diğer önemli nokta egzersizdir. Hareketsiz kişiler normal kiloda olasalar bile zaman içerisinde insülin duyarlılığı giderek azalmaktadır. Bundan dolayı metabolik sendromda ve insülin direnci olan kişilerin haftada en az 3 gün en az yarım saat süren fiziksel aktivitede bulunması gerekir.

Medikal Tedavi:

Metabolik sendrom ve insülin direnci farklı semptomlarla karşımıza çıkabilir. Bundan dolayı metabolik sendrom bileşenlerinin herbirine ayrı tedavi yöntemleri belirlenmelidir.
Diabet ve gizli şeker varlığında ilk kullanılacak ilaç metformindir. Metformin kullanımıyla karbonhidrat metabolizması düzenlenmekte, altta yatan insülin direnci kırılmakta ve diğer metabolik parametreler olumlu yönde etkilenmektedir.
Morbid obez hastalarda orlistat kullanılmaktadır. Vücut kitle indeksi 40 ve üzerinde olan hastalar ise cerrahiden fayda görmektedirler.
Metabolik Sendromun bir parçası olan hipertansiyon varlığında ise insülin direncini kıran ilaçlar ACE İnhibitörü ve Anjiyotensin reseptör blokeri grup ilaçlar etkili olmaktadırlar.

İnsülin direnci ile birlikte seyreden metabolik sendrom ve obezite toplumların önemli bir sorunu haline gelmiştir. Metabolik sendrom ve insülin direncinin  bir estetik sorundan ziyade tüm sistemleri etkileyen ve hayatı tehdit edebilen klinik durum olduğu bilinmelidir. Bu konularda hastalar ve toplum ne kadar çok bilinçlendirilirse bu sorunlarla mücadele etmek çok daha etkili olur.



Gözde Sarı Nokta Hastalığı (Makula Dejenerasyonu)

Yaşa bağlı makula dejenerasyonu 50 yaş üzerinde görme kaybının en sık nedenidir. Makula kesin ve renkli görmeden sorumlu retina tabakasının ortasında bulunan 5 mm çapında bir alandır. Diabet, hipertansiyon gibi hastalıklar makula bölgesini etkileyerek görme kaybına neden olur. Yaş ve kuru olmak üzere 2 tipi mevcuttur. Kuru tip (non-neovaskuler) daha sık olarak görülmektedir. Druzen denilen sarı yağ birikintilerinin oluşmasıyla devam eden yavaş seyirli bir durumdur. Görme kaybı veya görme alanında ortada siyah bir alan olarak görülebilmektedir. Yaş tip (neovaskuler tip)  hastaların % 10-15 ini oluşturur. Gözün makula bölgesinde yeni damar oluşumlarıyla karakterize bir durumdur. Bu damar yapılarına bağlı kanama ve skar (yara) dokusu oluşumu gerçekleşir ve geri dönüşümsüz görme azalması yapabilir.



NEDENLER:

  • Sigara
  • Açık saç ve göz rengi 
  • Beslenme 
  • Genetik yatkınlık
  • Aşırı kilo
  • Güneşin ultraviyole etkisi
  • Hipertansiyon
  • Hiperlipidemi 
  • Vitamin eksikliği

TANI

Tanı rutin göz kontrollerinde konabilir. Daha sık olarak da hastanın şikayetleri olması üzerine göz hekimine gitmesiyle tanı konur. Göz dibi muayene ile tanı çoğunlukla konur. Ayrıca gözün floresan anjiyografisi ve optik koherans tomografisi incelemeleri yapılarak hem tanı koyma hem de tedavi planlanması açısından faydalıdır.

TAKİP

Kuru tip yaş tipe göre daha iyi seyir izler. Kuru tip bazen yaş tipe dönüşebilmektedir. Amsler -grid denen çizgili kare testi düzenli zaman aralıklarıyla hasta tarafından her iki göz için ve tek tek yapılmalı çizgilerde eğrilme, kayıp durumlarında hemen göz hastalıkları uzmanına başvurmalıdır.  Ayrıca göz hekiminin önerdiği zamanlarda hastalar doktora gitmelidirler.




TEDAVİ


Yaş tip hastalık fotodinamik tedavi, lazer  tedavisi ve anti-VEGF  ilaçlar olmak üzere 3 yöntemle tedavi edilebilir. Lazer tedavisi sızdıran damar üzerine yapılmakta ve görme kaybı gibi yan etkiler çıkabilmektedir.
Fotodinamik tedavi koldan damardan ışığa hassas bir madde verilerek anormal damarların üzerine lazer ışığı gönderilerek uygulanır. Maliyeti yüksek olan bir tedavidir. İlaç tedavisi ise göz içine enjeksiyon yapılarak anormal damarların gelişimini engellemeye ve anormal damar gelişimi olanları ise geriletmeye çalışılır.


ÖNERİLER

    • Sigara kesinlikle bırakılmalı
    • Bol sebze meyve yenmeli gerekirse vitamin takviyesi alınmalı
    • Kontrollü kilo sağlanmalı
    • Düşük kolesterol kontrolü sağlanmalı
    • Kan basıncı regülasyonu sağlanmalı
    • Güneş gözlüğü kullanılarak güneş zararlı etkilerinden korunulmalı